Bugün, 28 Mart 2024 Perşembe

Selim EROĞLU


İSİM ÜSTÜNE?


Tarık Buğra´nın ´Oğlumuz´ adlı hikayesini işliyorduk.

Hikayede, evin oğlu eve geç gelmeye başlıyor. Bu durumdan, anne ve baba haliyle endişeleniyor. ´´Acaba çocuğumuzun gidişatı bundan sonra nasıl olacak´´ diye düşünceye dalıyorlar. Çocuk, aynı davranışı birkaç kez tekrarlıyor. Eve, sabaha karşı gelmeye başlıyor. Gelince, kimseye bir şey sormadan geçip yatıyor.

Uykusu kaçan yazar, çocuğunun bütün hayatını gözünün önünde filim şeridi gibi canlandırıyor. Bir yerde şunu söylüyor:


´´Karlı bir şubat gecesi doğmuştu. Babamın kucağına verirken bir tuhaftım? İsim ararken lügat bana ne kadar da boş gelmişti. Ona, ışıl ışıl , kainat gibi manalı bir kelime bulmak istiyordum. Sonunda Ömer dedik. Bu da ona yakıştı.
Onu tarihe girmiş bütün Ömerler´in ikbaline layık görüyordum.´´


Bir çocuğun doğumuna sevinmek. Onu , ilk önce dedesinin kucağına bir müjde diye vermek. İsim verme hususunda büyüklerin hukukunu gözetmek. İsim vermek için bütün sözlükleri karıştırmak. İsmiyle müsemma olmasına dikkat etmek?


Bütün bunlar , bizi biz yapan milli ve manevi değerlerimiz. İsim vermek ve ismiyle müsemma olmak çok önemli.


Yazar, hikayesini 1950´lerde kaleme almış.


Günlerden cumaydı. Ders bitti. Zil çaldı. Öğle arası 45 dakikaydı. Okulun yakınında, bir apartmanın bodrum katında bulunan bir mescide gittim. Buranın cemaatı , ekseriya esnaf ve emeklilerden oluşuyor. Yaş ortalaması bir hayli yüksek. Mescit, toplasanız 50 kişi ancak alıyor.


Kürsüde her zamanki gibi 70 yaşlarında saçı- sakalı tamamen ağarmış, hoş sohbet Vaiz Efendi vardı. Davudi bir sesi var. Bağırmıyor ama tesirli konuşuyordu. Sohbetinde bazı ayetlere mana veriyordu. Günümüzle irtibatlandırmayı ihmal etmiyordu. Özellikle ayetlerde geçen ´muttaki´ ve ´muhsin´ kavramlarını izaha çalışıyordu.


´´Muttaki; takva üzere yaşayan, Allah´tan hakkıyla korkan demektir. Muhsin ise, iyilik yapan, yaptığı işi dosdoğru yapan kimse demektir, ´´diyordu.

Vaiz Efendi , sadece sohbet etmiyor, zaman zaman cemaatle de diyaloğa giriyordu. Onlara sorular sorarak dikkati canlı tutmaya çalışıyordu. Bunda da çok başarılı olduğunu söyleyebilirim.

Sohbetin can alıcı noktasında kürsüden cemaate şöyle sordu:

´´İşte isimse isim. Kuran´da geçiyor. Manası da güzel. Var mı Muhsin isminde çocuğu veya torunu olan? ´´

Ekserisi emekli olan cemaatten bir ses çıkmadı. Var diyen de olmadı , yok diyen de. Soru, cevapsız kaldı.


Bu sefer,´´ hadi o zaman, bundan sonra dünyaya gelecek ilk erkek torunumuza Muhsin ismini verelim. Dedeliğimizi, gösterelim,´´ dedi. Yer yer gülüşmeler oldu.


Sosyal gelişmeleri çok iyi takip ettiği anlaşılan Vaiz Efendi, devam etti:

´´ Benimkisi de bir kuruntu. Bu devirde çocuğa isim verirken kim büyüklere soruyor? Büyükleri adam yerine koyan mı var? Zaten böyle bir babayiğit de kalmadı. Şimdilerde , anne-babalar büyüklere sormadan , ne anlama geldiği bilinmeyen, entel-dantel isimler koyuyorlar. Ben de neler söylüyorum? Geçelim. Konumuza devam edelim,´´ dedi.

Mescitte bulunanlardan kimi gülümsedi, kimi derin düşüncelere daldı. Sonradan kim ne yaptı, bilmiyorum.


Namazdan sonra her zamanki gibi rutin hayat devam etti.


Derste Tarık Buğra´nın Oğlumuz hikayesi. Bir isim verme hikayesi. Mescitte, Muhsin ismi etrafında aile hayatının, sosyal hayatın derin muhasebesi.


Hikaye, bundan yaklaşık 70 yıl önce yazılmış. O gün dünyaya gelen çocuk çoktan dede olmuş. Yetmişine merdiven dayamış. Acaba diyorum, o zamanın Ömer´i, Vaiz Efendi´nin dediği gibi torunlarından birine Muhsin ismini verdi
mi/ verebildi mi? Benimkisi de merak işte.


İmkanımız olsa da sorup öğrenebilsek.


İsim meselesi toplumun tam merkezinde. Sosyal gelişmeleri, değişmeleri en iyi isimler üzerinden okuyabiliriz.


İşte hayat. Okul, mescit, ikisinin arası ve hayatın tamamı. Aralarındaki farlar ve benzerlikler.

Varın, farkı siz fark edin.