Bugün, 28 Mart 2024 Perşembe

Nazmi KILIÇ


ADALET



İstanbul´un fethinden sonra Fatih bütün mahkûmları serbest bırakmıştı. Fakat mahkûmlardan iki papaz zindandan çıkmak istemediklerini söyleyerek dışarı çıkmadılar. Papazlar Bizans imparatorunun halka yaptığı zülüm ve işkence karşısında ona adalet tavsiye ettikleri için hapse atılmışlardı. Onlar da bir daha hapisten çıkmamaya yemin etmişlerdi. Durum Fatih´e bildirildi. O, papazları huzuruna davet etti. Papazlar hapisten niçin çıkmak istemediklerini Fatih´e anlattılar. Fatih dünyaya kahreden papazlara şöyle hitap etti:

- Sizler, İslam adaletinin tatbik edildiği memleketimi geziniz, müslüman hâkimlerin ve müslüman halkımın davalarını dinleyiniz. Bizde sizdeki gibi adaletsizlik ve zulüm görürseniz, hemen gelip bana bildiriniz. Sizler evvelki kararınız gereğince uzlete çekilerek hâlâ küsmekte haklı olduğunu ispat ediniz. Fatih´in bu teklifi papazlar için çok cazip gelmişti. Hemen Padişahtan aldıkları tezkere ile İslam beldelerine seyahate çıktılar. İlk vardıkları Bursa´da şöyle bir hadiseyle karşılaştılar:

Bir Müslüman bir Yahudi´den at satın almış. Hiçbir kusuru yok diye satılan at hasta imiş. Müslümanın ahırına gelen atın hasta olduğu ilk akşamdan anlaşılmış. Müslüman sabırsızlıkla sabahın olmasını beklemiş. Sabah olunca erkenden atını alıp kadının yolunu tutmuş. Fakat olacak ya, o saatte kadı henüz dairesine gelmemiş. Biraz bekledikten sonra kadının gelmez diyerek atını alıp ahırına götürmüş. Aksilik buya at o gece ölmüş. Hadiseyi daha sonra öğrenen kadı, atı alan müslümanı çağırtıp meseleyi şu şekilde halletmiş:


- Siz ilk geldiğinizde ben makamımda bulunsa idim, sağlam diye satılan atı sahibine iade eder, paranızı alırdım. Fakat ben zamanında makamımda bulunamadığım için hadisenin bu şekilde gelişmesine mademki ben sebep oldum, atın ölümünden doğan zararı benim ödemem lazım, deyip atın parasını müslümana vermiş. Papazlar İslam adaletinin bu derece ince olduğunu görünce parmaklarını ısırmışlar. Zorlanmadan bir kimsenin kendi cebinden mal tazmin etmesi karşısında hayret etmişler. Mahkemeden çıkan papazların yolu İznik´e uğramış. Papazlar orada şöyle bir mahkeme ile karşılaşmışlar:


Bir müslüman diğer bir müslümandan bir tarla satın alarak ekin zamanı tarlayı sürmeye başlar. Kara sabanla tarlayı sürmeye çalışan çiftçinin sabanına biraz sonra ağzına kadar dolu bir küp altın takılmaz mı? Hiç heyecan bile duymayan Müslüman bu altınları küpüyle tarlayı satın aldığı öbür müslümana götürüp teslim etmek ister;


- Kardeşim ben senden tarlanın üstünü satın aldım, altını değil. Eğer sen tarlanın içinde bu kadar altın olduğunu bilseydin herhalde bu fiyata bana satmazdın. Al şu altınlarını, der. Tarlanın ilk sahibi ise şöyle söyler:


- Kardeşim yanlış düşünüyorsun. Ben sana tarlayı olduğu gibi, taşı ile toprağı ile beraber sattım. İçini de dışını da bu satışla beraber sana verdiğimden, içinden çıkan altınları almaya hiçbir hakkım yoktur. Bu altınlar senindir dilediğini yap, der. Tarlayı alanla satan anlaşamayınca mesele kadıya, yani mahkemeye intikal eder. İki taraf iddialarını kadının huzurunda tekrarlarlar.


Kadı, her iki şahsa çocukları olup olmadığını sorar. Onlardan birinin kızı birinin oğlunun olduğunu öğrenir. Oğlanla kızı nikâhlayarak altını cehiz olarak verir.

Papazlar daha fazla gezmelerinin lüzumsuz olduğunu anlayıp doğru İstanbul´a Hazreti Fatih´in huzuruna gelirler ve şahit oldukları iki hadiseyi de aynen nakledip şöyle derler:

- Bizler inandık ki, bu kadar adalet ve birbirinin hakkına saygı ancak İslam dininde vardır. Böyle bir dinin salikleri başka dinden olanlara bile bir kötülük yapamazlar. Dolayısıyla biz zindana dönme fikrimizden vazgeçtik, sizin idarenizde hiç kimsenin zulme uğramayacağına inanmış bulunuyoruz, derler.